Gregor’un zihni hâlâ yabancının son sözlerinde takılıydı: "Silahsız olanlar, her zaman en önce unutulanlar olur." Fakat şimdi Franz’ın söyledikleriyle bu cümle anlamını yitiriyordu. Unutulmak bir yenilgi değil, belki de en büyük özgürlüktü.
Bir süre yağmurun ritmiyle sustular. Sessizlik, kelimelerden daha fazla şey anlatıyordu. Gregor, pencerenin buğulu camına parmağıyla rastgele şekiller çizmeye başladı. Küçük bir ev, bir yol, belirsiz harfler… Sildiği her izle birlikte düşünceleri biraz daha berraklaşıyordu.
Franz, masasındaki kaşığı yavaşça çevirdi. "Peki Gregor, diyelim ki herkes senin gibi düşünseydi. Hiç kimse savaş açmasaydı. O zaman dünyada hâlâ bir düzen olur muydu?"
Gregor, yağmur damlalarının kaybolduğu izleri izledi. "Belki de asıl düzensizlik, insanların sürekli bir düzen kurmaya çalışmasından kaynaklanıyordur. Çünkü her düzen, birilerinin sesi kısılarak inşa edilir."
Franz hafifçe güldü. "İnsan doğası gereği bir mücadele içinde olmak ister. Herkesin silahsız olduğu bir dünyada, kimin güçlü olduğu nasıl anlaşılırdı?"
Gregor başını iki yana salladı. "Belki de asıl güç, bunu umursamamaktır."
Franz düşündü. Gregor’un felsefesi ona ilginç geliyordu, ama bir o kadar da tehlikeli. Eğer herkes bu kadar kayıtsız olursa, kötülük nasıl durdurulurdu? İnsanlar nasıl haklarını savunurdu?
"Ve ya," dedi Franz, bir an Gregor’un gözlerine bakarak, "sen aslında savaşmaktan korkuyorsundur?"
Gregor hafifçe güldü. "Korkmak mı? Hayır, Franz. Ben sadece bir savaşın içine çekilmemeyi seçiyorum. Çünkü bazı savaşlar, başlamadan kaybedilmiştir."
Franz, çayından son bir yudum aldı. "Ama bazıları da savaşmadan kazanılamaz."
Gregor başını kaldırdı, ona uzun uzun baktı. "Ben kazanmakla ilgilenmiyorum, Franz. Kazananlar, eninde sonunda kaybedenler olur. Çünkü zafer, yeni savaşları doğurur. Ben sadece var olmak istiyorum, sessizce, kendi içimde, kimsenin savaşına dâhil olmadan."
Franz bir süre düşündü, sonra hafifçe gülümsedi. "O halde, sen gerçekten silahsız birisin, Gregor. Ama belki de dünyadaki en tehlikeli silah, senin gibi düşünen bir akıldır."
Gregor, boş fincanına baktı. Dışarıda yağmurun sesi, kahvehanenin uğultusuna karışıyordu. O an, zaferin ne anlama geldiğini anladı.
Görünmez bir zaferdi bu. Ama en kalıcı olanıydı.
Silahsızların Zaferi
Yağmur hafiflemişti ama kahvehanenin camlarını hâlâ ince su damlaları süslüyordu. Gregor, Franz’ın sözlerini içinden tekrar etti:
“Belki de dünyadaki en tehlikeli silah, senin gibi düşünen bir akıldır.”
Ne garip, silahsız olduğu için küçümsenmişti ama şimdi tam da bu yüzden tehlikeli olduğunu söylüyorlardı. Oysa Gregor savaşmak istemiyordu. Ne kazanmaya ne de kaybetmeye ihtiyacı vardı. Sessizlikte, görünmezliğin içinde huzur vardı.
Franz sandalyesinde geriye yaslandı. “Senin gibi insanlar tarihe geçmez, Gregor,” dedi. “Ne bir anıtın olur, ne bir hikâyen. İnsanlar sadece kazananları hatırlar.”
Gregor hafifçe gülümsedi. “Eğer hatırlanmak için savaşmak gerekiyorsa, unutulmayı tercih ederim.”
Franz başını iki yana salladı. “Bu bir kayboluş, bir tür yok oluş değil mi?”
Gregor, masanın üzerindeki kahve lekesine dokundu. “Bazen bir şeyin varlığını en çok yokluğunda hissedersin.”
Franz sustu. Bu cümle, düşüncelerinin arasına ince bir bıçak gibi girdi. Belki de Gregor haklıydı. Dünya, sürekli savaşanların isimlerini yazıyordu, ama kaç kişi sessizlerin bıraktığı boşluğu fark ediyordu?
Dışarıda yağmur kesilmişti. Gregor, paltosunu düzeltti ve ayağa kalktı. Franz ona baktı. “Gidiyor musun?”
Gregor başını salladı. “Evet. Ama ben hiçbir zaman burada olmadım ki.”
Franz, onun arkasından baktı. Kapıyı açıp dışarı adım attığında Gregor’un silueti, şehir ışıklarının arasında eridi. Savaşmamıştı, kazanmamıştı, kaybetmemişti. Ama belki de en büyük zaferi kazanmıştı: Özgürlüğü.
Son Sessizlik
Franz, Gregor’un kahvehaneden çıkışını izledi. Yağmur durmuş, sokak lambalarının ışığında parlak taş yollar ıslak bir ayna gibi parıldıyordu. Gregor’un silueti yavaş yavaş kalabalığın içinde kayboldu.
Bir süre daha oturdu Franz. Gregor’un sessizliği üzerine düşündü. Gerçekten silahsız mıydı? Yoksa, en keskin silahı sessizliği miydi? İnsanlar genellikle yüksek sesle konuşanları, savaşanları hatırlardı. Ama Gregor gibi olanlar… Onların bıraktığı boşluk, en çok hissedilen şey değil miydi?
Birden, kahvehanenin kapısı tekrar açıldı. İçeriye o yabancı girdi. Gregor’a meydan okuyan adam.
Franz gözlerini kıstı. Adam Gregor’un oturduğu boş sandalyeye baktı, sonra Franz’a döndü.
"Arkadaşın gitti mi?" diye sordu alaycı bir gülümsemeyle.
Franz, boş kahve fincanına bir göz attı. Gregor’un son sözlerini hatırladı:
"Ben hiçbir zaman burada olmadım ki."
Sonra başını kaldırdı, yabancıya gülümsedi. "Evet," dedi. "Ama sen hâlâ onun üzerine konuşuyorsun. Demek ki aslında gitmedi."
Yabancı kaşlarını çattı, sonra Gregor’un oturduğu sandalyeye bir kez daha baktı. Bir an için, sanki Gregor’un hayaletini orada görebilecekmiş gibi hissetti. Ama sandalye boştu.
Franz gülümsedi. "Sessizlik, her zaman en yüksek sesle konuşandır."
Ve o an, Gregor’un gerçekten kazandığını anladı. Devamı
Yorum Gönder