İslam’da Mezhep ve Tarikat Ayrılıkları Olmasaydı Nasıl Bir Dünya Olurdu?


Düşünün bir anlığına: İslam dünyasında mezhep, cemaat ve tarikat ayrılıkları hiç olmasaydı. Hepimiz aynı kaynaktan beslenseydik, aynı hedefe odaklansaydık ve farklılıklarımızı birer zenginlik olarak görebilseydik, bugün İslam dünyası nasıl bir noktada olurdu? Belki de bu soru, sadece tarihsel bir merak değil, geleceğe dair önemli dersler çıkarabileceğimiz bir fırsat.

Birlik ve Beraberliğin Gücü

İslam, özü itibarıyla tevhid inancına dayanır: Birlik ve beraberlik. Ancak tarih boyunca yaşanan siyasi ve toplumsal çatışmalar, bu birliği derinden yaralamış; farklı mezheplerin, cemaatlerin ve tarikatların oluşumuna zemin hazırlamıştır. Eğer bu ayrılıklar olmasaydı, İslam dünyası belki de bilimde, sanatta, ekonomide ve siyasette bugün olduğundan çok daha güçlü bir konumda olabilirdi.

Birlikte hareket eden bir toplum, bölünmüş bir toplumdan daha hızlı ilerler. Bu noktada, İslam dünyasının geçmişteki altın çağlarına dönüp baktığımızda, özellikle Abbasi ve Endülüs dönemlerinde farklılıkların çatışma değil, dayanışma aracı haline getirildiği bir dönemi görürüz. Mezhep farklılıkları yerine ortak hedeflere odaklanan bir İslam dünyası, sadece Müslümanlar için değil, tüm insanlık için bir barış ve adalet modeli oluşturabilirdi.

Savaşlar Yerine Barış ve Bilim

Mezhep ayrılıklarının doğurduğu en büyük sorunlardan biri, Müslümanlar arasındaki iç çatışmalardır. Eğer bu ayrılıklar olmasaydı, belki de tarih boyunca İslam dünyasını sarsan pek çok savaş hiç yaşanmayacaktı. Kaynaklar, çatışma yerine bilimsel gelişmelere, eğitim yatırımlarına ve sosyal adalet projelerine aktarılacaktı.

Bu durumda, İslam dünyası bugün teknoloji, tıp ve çevre gibi alanlarda öncü bir konumda olabilirdi. Belki de Müslüman bilim insanları, çağımızın en büyük sorunlarına çözümler sunarak insanlığa rehberlik eden bir liderlik rolü üstlenebilirdi.

Kardeşlik Üzerine İnşa Edilen Bir Toplum

Mezhep ve tarikat ayrılıkları, İslam’ın özündeki kardeşlik ve merhamet mesajını gölgede bırakıyor. Eğer bu ayrılıklar hiç olmasaydı, toplumda daha az ötekileştirme, daha az nefret ve daha fazla sevgi olurdu. Bugün İslam dünyasında sıkça karşılaşılan ayrımcılık ve kutuplaşma, yerini dayanışma ve yardımlaşmaya bırakabilirdi.

Farklı görüşler elbette insanlık doğasının bir parçasıdır, ancak bu görüşlerin çatışmaya dönüşmemesi için ortak bir ahlak ve adalet anlayışına ihtiyaç vardır. İslam dünyası, Peygamber Efendimiz’in (sav) Veda Hutbesi’nde vurguladığı gibi, “Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız; Âdem de topraktandır” düsturunu benimsemiş bir toplum olsaydı, bu kardeşlik anlayışı dünyaya örnek olabilirdi.

Sonuç: Geleceğe Dair Bir Umut

Mezhep, cemaat ve tarikat ayrılıkları, İslam dünyasının tarihsel bir gerçeği olsa da bu durum geleceğin böyle olacağı anlamına gelmez. Eğer bugün, farklılıklarımızı bir zenginlik olarak görmeyi öğrenebilirsek, İslam’ın barış ve adalet mesajını tüm dünyaya daha etkili bir şekilde ulaştırabiliriz.

Birlikte hareket eden bir İslam dünyası, sadece Müslümanlar için değil, insanlık için de bir umut ışığı olabilir. Belki de ayrılıkların olmadığı bir İslam dünyası, daha az çatışma ve daha fazla barışın hakim olduğu bir dünya anlamına gelir. Bu hayal, imkânsız değil. Çünkü “Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, ayrılmayın” çağrısı, hâlâ hepimiz için geçerli.

Bu ideal, tarih boyunca yaşanan acılardan ders çıkararak, sevgi ve kardeşlik üzerine kurulmuş bir geleceği inşa etme sorumluluğunu hatırlatıyor. Bugün, bu sorumluluğu yerine getirip getirmemek, bizim elimizde.


YORUM GÖNDER

Daha yeni Daha eski