Bugünün dünyasında, halkın ruhunu kurutan en büyük hastalık, çıkarcılığın sessiz bir şekilde yüceltilmesidir. İnsanlar evlerini, statülerini ve paralarını korumak için garip, sıradan insanları kolayca harcıyorlar. Bu durum yalnızca bireylerin vicdanlarını değil, toplumun temelini de çürütüyor. Anlıyor musun beni? Bu çürüme, insanların bir şey anlamaz hale geldiği, duyarsız bir toplum yaratıyor.
Maksim Gorki, halkın acılarını ve çilesini eserlerine işleyen bir yazar olarak, bu durumun kökenine işaret ederdi. Ona göre halkın ruhu, yalnızca fiziksel ihtiyaçlarla değil, manevi değerlerle de beslenir. Ancak modern çağın en büyük trajedisi, bu değerlerin paranın ve statünün gölgesinde kaybolmasıdır. İnsanlar, kendi konfor alanlarını korumak için zulme göz yumar, hatta ona ortak olurlar. Peki, bu körlüğün bedeli nedir?
Her şeyden önce, bu sessizlik toplumsal adaleti yok eder. Gorki’nin eserlerinde sıkça vurguladığı gibi, insanın en büyük gücü dayanışma ve adalete olan inancıdır. Ancak bu inanç, küçük hesaplarla yerle bir edildiğinde, halk yalnızca yoksulluğa değil, aynı zamanda umutsuzluğa mahkûm edilir. Halkın ruhu, yalnızca fiziksel açlıktan değil, vicdan açlığından da kurur.
Bir diğer trajedi ise bu durumun sıradanlaşmasıdır. İnsanlar, çıkarlarını korumak uğruna başkalarının acılarına kayıtsız kalmaya başladığında, bu kayıtsızlık norm haline gelir. Gorki’nin “Ana” adlı romanında anlattığı gibi, bir annenin evladını, halkın özgürlüğü ve onuru için kurban vermesi, halkın ruhunun hala direnişe açık olduğunun kanıtıdır. Ancak bugünün toplumlarında, böyle bir cesareti görmek neredeyse imkânsız hale geldi.
Peki, bu kısır döngü nasıl kırılır? Gorki, değişimin bireyden başlayacağını savunurdu. Her birey, kendi vicdanını sorgulamalı ve “Ben bu zulme seyirci kalıyor muyum?” sorusunu kendine sormalıdır. Çünkü bireyin sessizliği, toplumu çürütür. Ve toplum çürüdüğünde, herkes kaybeder; statüler, evler, hatta paralar bile korunamaz hale gelir.
Halkın ruhunu kurutan bu sessizliği bozmanın tek yolu, insanın insan olduğunu hatırlamasıdır. İnsan, yalnızca kendisi için değil, başkaları için de var olmalıdır. Çünkü bir halkın gerçek zenginliği, ne parası ne de statüsüdür; halkın gerçek zenginliği, ruhunun temizliği ve dayanışmasıdır.
Maksim Gorki’nin kaleminden,
Zulme Seyirci Kalanlar: Körlük mü, Vicdansızlık mı?
Zulüm ve işkencenin sıradanlaştığı bir dünyada en çok suçlanması gereken kimdir? Bu eylemleri yapanlar mı, yoksa onları görmezden gelenler mi? İnsanlık tarihinin en karanlık dönemlerinde bile, zulmün gölgesinde duran ve bir şey yapmayan eğitimli bireyler hep vardı. Peki, bu insanlar kör oldukları için mi böylesine sessiz kaldılar, yoksa vicdanlarını susturmayı mı seçtiler?
Zulme seyirci kalmanın birçok bahanesi vardır. Kimisi "ben ne yapabilirim ki?" diyerek kendini avutur, kimisi de "bu mesele beni ilgilendirmez" diyerek sessizliğini meşrulaştırır. Ancak unutulmamalıdır ki, sessizlik de bir seçimdir ve bu seçim zulmü mümkün kılar. George Orwell, 1984 ve Hayvan Çiftliği gibi eserlerinde insanların bu pasif tavrını defalarca ele almıştır. Totaliter rejimlerin gücünü sadece baskıdan değil, aynı zamanda toplumun sessiz onayından aldığını gözler önüne sermiştir.
Eğitimli bireylerin bu bağlamdaki rolü ise daha da düşündürücüdür. Eğitim, insanlara yalnızca bilgi değil, aynı zamanda ahlaki bir sorumluluk yükler. Eğer bir kişi doğruyu yanlıştan ayırt edebilecek bilgiye sahipse, ancak bu bilgiyi zulme karşı durmak için kullanmıyorsa, bu kişinin eğitiminden nasıl bir anlam çıkarabiliriz? Eğitim, vicdanı beslemeliyken, kimi zaman insanları daha duyarsız hale getirebiliyor. Orwell bu noktada, eğitimli insanların ahlaki açıdan sorumluluklarını terk etmelerini, onların "ahlaki çöküşü" olarak tanımlardı.
Elbette ki herkesin zulme karşı doğrudan bir şey yapması mümkün olmayabilir. Ancak Orwell’in de vurguladığı gibi, en büyük tehlike, zulmü ve işkenceyi "normal" olarak kabul etmektir. Bugün seyirci kalan, yarın sessizliğiyle bu zulmün bir parçası olur. İtiraz etmeyenlerin elleri, sessizce işlenen suçların kanıyla lekelenir.
Eğitimli kişiler, toplumun vicdanıdır. Onlar, susmayı seçerse, toplumun geri kalanından ne bekleyebiliriz? Orwell, bu noktada "gerçek" eğitimin yalnızca bilgiyi değil, aynı zamanda cesareti de öğretebileceğini savunurdu. Zulme karşı durmanın, bir insanın yalnızca vicdanına değil, insanlığını ne kadar ciddiye aldığına bağlı olduğunu hatırlatırdı.
Bugün hepimizin sorması gereken şu: Zulüm ve işkence karşısında sessiz kalanlar, körlükleriyle mi aşağılıktır, yoksa vicdanlarını susturdukları için mi? Cevap ne olursa olsun, sessizlik hiçbir zaman masum değildir.
George Orwell’in kaleminden,
Yorum Gönder