Asya, karanlığın içine bir adım atmaya karar verdi. Çantasını sıkıca kavradı, titreyen parmaklarıyla içindeki küçük el fenerini aradı. Ama elleri boştu. Feneri sabah aceleyle evden çıkarken masanın üzerinde unutmuştu. Şimdi, karanlıkta sadece kendi nefesinin sesini duyuyordu, ama bu nefes ritmi bir anda ona ait olmayan başka bir nefesle uyumlanmış gibiydi.
“Kim var orada?” diye seslendi, sesi hem korku hem de merakla titriyordu. Cevap gelmedi, yalnızca hafif bir rüzgâr duvardaki kırık bir camdan içeri süzüldü. Ama sonra... ince, uğursuz bir fısıltı:
“Neden geldin?”
Asya, kalbine saplanan bir korkuyla olduğu yere çakıldı. Bu bir hayal olmalıydı, kendi zihninin ona oynadığı bir oyun. Gözlerini kapattı, annesinin ona çocukken öğrettiği o mantrayı mırıldanmaya başladı:
"Gölgeler gerçek değildir, onlar yalnızca ışığın oyunudur."
Ama bu yeterli değildi. Fısıltılar kesilmedi. Aksine daha da yaklaştı. Ses sanki tam kulağının dibindeydi. Ve şimdi daha net bir şekilde duyabiliyordu:
“Seni bekliyorduk, Asya.”
Korkuyla geri çekildi. Adımları aceleyle geriye doğru giderken ayağı bir taşa takıldı ve yere düştü. Arka cebinde duran telefonunu çıkardı, titreyen parmaklarıyla ekranı açmaya çalıştı. Ama ekran kararmıştı, telefonun pili bitmişti.
Bu sırada, derin bir inilti karanlığın içinden yükseldi. Asya, ayaklarının hemen yanında beliren bir gölge fark etti. Gölge bir insana aitti, ama başını kaldırıp baktığında kimseyi göremedi.
Birden, hatırladığı eski bir anı zihnine doluştu. Çocukken, babaannesinin evindeki bodrum katında mahsur kaldığı o günü hatırladı. Elektrikler gitmiş, karanlık her tarafı kaplamıştı. Orada da aynı fısıltıları duymuştu. Ama o zaman bunu sadece bir hayal olarak değerlendirmişti. Şimdi, yıllar sonra, aynı sesler, aynı gölgeler onu bulmuştu.
Asya, ayağa kalktı. Gölge hala oradaydı, ama hareket etmiyordu. Bu kez, korkusunun üzerine gitmeye karar verdi. “Ne istiyorsunuz?” diye bağırdı. Cevap, tekrar fısıldayarak geldi:
“Biz seni seçtik. Ve artık dönemezsin.”
Asya’nın korkuya teslim olma lüksü yoktu. Fısıltılar sustuğunda, etrafı tekrar sessizliğe gömüldü. Ama bu sessizlik bir huzur değil, tam aksine boğucu bir ağırlık taşıyordu. Gölge kaybolmuştu, ya da sadece karanlığın içine karışmıştı. Asya bir çıkış yolu aramak için hareket etmeye başladı.
Adımları onu istasyonun arkasındaki eski bir yola çıkardı. Yıllardır kullanılmayan, taşlarla kaplı dar bir patikaydı bu. Rüzgar, kuru yaprakları etrafında dans ettirirken, bir yerde bir kapının çarpma sesi duyuldu. Ses, patikanın sonundaki harabe bir kulübeden geliyordu.
Kulübe, çocukluk hatıralarındaki bodrumu anımsatıyordu. Gözlerinin önüne babaannesinin yüzü geldi. Babaannesi ona hep şöyle derdi: “Karanlıktan korkma Asya, çünkü bazen korktuğun şeyler seni güçlü kılar.” Ancak o zaman bunu anlamamıştı. Şimdi, korkunun içinden geçmekten başka şansı yoktu.
Kulübeye İlk Adım
Asya kulübenin kapısını iterek açtı. Kapı, paslı menteşelerinden çıkan tiz bir gıcırtıyla aralandı. İçerisi loştu, sadece tavan arasında açılmış bir delikten süzülen ay ışığı karanlığı delip geçiyordu. Ortada eski, yuvarlak bir masa duruyordu. Masanın üzerindeki toz tabakasına biri parmağıyla bir şeyler çizmişti.
Yaklaştı. Çizimin bir harita olduğunu fark etti, ama bu herhangi bir yerin haritası değildi. Harita, çocukken babaannesinin anlattığı bir masaldan fırlamış gibiydi. Masalda, karanlıkta gizlenen ve ruhları fısıltılarıyla ele geçiren bir varlıktan bahsedilirdi. Haritada bir sembol dikkatini çekti: bir anahtar figürü.
Anahtarın yanında bir yazı vardı: “Karanlık, yalnızca korkanları yutar.”
Asya, masanın etrafında dolanırken yerde parlayan bir şey gördü. Eğilip aldı; bu, eski bir bronz anahtardı. Anahtarın soğuk metali eline dokunduğunda, kulübenin içindeki hava değişti. Ay ışığı kayboldu, odanın her köşesinden karanlık akıyormuş gibi hissetti.
Ve sonra o ses geri döndü.
“Hazır mısın, Asya? Bu kez yalnızca bir masal değil.”
Geçmişin Kapıları
Asya, elindeki anahtarla kulübenin köşesinde beliren küçük bir kapıya doğru ilerledi. Kapı, bir bodrum girişi gibi görünüyordu. Titreyen elleriyle anahtarı kilide yerleştirdi ve çevirdi. Kapı ağır bir şekilde açıldığında, soğuk bir hava yüzüne çarptı. Aşağıdan gelen sesler, birdenbire çocukluk anılarını daha da canlandırdı.
Bodruma indiğinde, duvarlara işlenmiş eski semboller ve yazılar gördü. Ancak en dikkat çeken şey, duvarın tam ortasındaki büyük bir aynaydı. Bu sıradan bir ayna değildi; yüzeyi titriyordu, sanki karanlık onun içinde bir hayat bulmuştu.
Ayna birden parladı ve içinde bir görüntü belirdi. Asya, çocukluk halini gördü. Küçük bir kız çocuğu, bodrumda tek başına oturuyordu. Fısıltılar ona yaklaşırken, küçük Asya’nın gözleri korkuyla büyüyordu. Aynadaki küçük kız, başını kaldırıp yetişkin Asya’ya baktı ve şöyle dedi:
“Sen benim kurtuluşumsun.”
Asya, aynadan gelen bu sözler karşısında geriye çekildi. Bu, onun geçmişinden kaçamayacağını, karanlık korkusunu yenmeden hayatına devam edemeyeceğini anlamasına sebep oldu. Ama bu karanlık gerçek bir varlık mıydı, yoksa yalnızca onun zihninde yarattığı bir şey miydi?
Asya, titreyen elleriyle aynaya yaklaştı. Küçük Asya’nın yüzündeki çaresizlik, derinlerde saklı anıları harekete geçiriyordu. Bu görüntü, yalnızca bir iz değil, geçmişte kilitlenmiş bir parça gibiydi. Aynadan bir adım uzaklaşmayı düşündü, ancak o sırada küçük kızın sesi tekrar yankılandı:
“Beni burada bırakamazsın. Eğer korkarsan, hepimiz kayboluruz.”
Bu sözler, Asya'nın yüreğinde bir ağırlık oluşturdu. Sadece kendisi için değil, geçmişte yaşadığı her şeyi geride bırakabilmek için bu yola devam etmesi gerektiğini fark etti. Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı ve aynaya dokundu. Parmak uçları aynanın yüzeyine değdiğinde, bir girdap gibi içine çekildi.
Zihnin Labirenti
Asya, kendini karanlık bir koridorda buldu. Bu koridorun duvarları sürekli değişiyor, anılar birer gölge gibi hareket ediyordu. Sağındaki duvarda, babaannesinin eski evinin bahçesini gördü. Çocukluk kahkahaları, rüzgarın fısıltıları gibi kulaklarında yankılanıyordu. Solundaki duvarda ise korkunç bir anı belirdi: Bodrumun karanlığında kaybolduğu gece.
Koridorun sonunda, büyük bir kapı duruyordu. Kapının üzerinde, bir zamanlar babaannesinin ona hediye ettiği kolyede gördüğü aynı sembol vardı: Bir ay ve bir gözün birleşimi. Kapıya yaklaşırken, geçmişten gelen tanıdık bir ses duydu.
“Asya, korkularına teslim olursan, seni de ele geçirirler.”
Bu, babaannesinin sesiydi. Ama nasıl? Babaannesi yıllar önce vefat etmişti. Asya kapıya dokunduğunda, birdenbire karanlık bir gölge önünde belirdi. Gölge bir insana benziyordu ama yüzü yoktu; yalnızca karanlıktan oluşmuş gibiydi.
Karanlıkla Karşı Karşıya
Gölge konuştu:
“Buraya kadar geldin, ama cesaretin yeter mi? Karanlığı yenmek, ona sahip çıkmaktır.”
Asya, gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Babaannesinin sözlerini hatırladı: “Gölgeler, yalnızca ışığın oyunudur.” Bu cümleyi kendi içinde tekrar ederek karanlıkla yüzleşmeye karar verdi.
“Beni korkutamazsın,” dedi Asya, sesi ilk kez bu kadar kararlıydı.
Gölge hareket etti, etrafında dönmeye başladı. Fısıltılar çoğaldı, geçmişteki anıları yankılandı. Ancak Asya, korkuya teslim olmak yerine ayağa kalktı ve gölgeye doğru yürüdü.
“Sen benim korkularımın bir parçasısın,” dedi. “Ama ben seni kontrol edeceğim, sen beni değil.”
Bu sözlerle gölge durdu ve küçülmeye başladı. Etrafındaki karanlık, Asya’nın içindeki cesaretle yok oluyordu. Gölge tamamen kaybolduğunda, koridorun sonundaki kapı kendiliğinden açıldı.
Kurtuluşun Işığı
Kapının ardında, göz kamaştırıcı bir ışık vardı. Bu, sadece bir ışık değil, aynı zamanda huzurun bir sembolüydü. Asya içeri adım attığında, tüm geçmiş korkularının bedeninden çekilip gittiğini hissetti. Kendi içinde yeni bir güç bulmuştu; artık karanlıktan korkmuyordu.
Sonuç ve Mesaj
Asya, aynadan geri döndüğünde artık aynı kişi değildi. Korkularının üzerine giderek hem geçmişini hem de kendini yeniden keşfetmişti. Karanlık onun için bir düşman değil, içindeki gücü bulması için bir araç olmuştu.
Yorum Gönder