Bir zamanlar yere düşen ekmeği alır, öper, alnımıza koyardık. O ekmek, hayatımızın kutsalıydı; alın terinin, emeğin ve paylaşmanın sembolüydü. Çocukken sokaklarda oynarken “yağ sattık, bal sattık” diye bağırır, kendi kurduğumuz oyun dünyasında mutlu olurduk. O küçücük dünyamızda belki çok az şeye sahiptik, ama birbirimize sırtımızı hiç dönmezdik. Çünkü en büyük zenginliğimiz, samimiyetimiz ve dostluktu.
O yıllar, modern dünyada kaybettiğimiz pek çok değerin yaşandığı yıllardı. Herkesin birbirine güvendiği, bir kapının önünden geçen çocuğun susuz kalmasın diye içeri çağrıldığı, komşunun komşuya yabancı olmadığı bir dünya... Evet, belki ekonomik olarak zor zamanlardı, ancak ruhlarımız şimdiki kadar yoksul değildi. Birbirimizin hayatına dokunmayı, elimizdeki ekmeği paylaşmayı bilirdik.
Şimdi geriye dönüp baktığımızda, o sade yıllar bir rüya gibi geliyor. Yaşadığımız apartmanlar büyüdükçe, yüreklerimiz küçüldü. Teknoloji hayatımıza girdikçe, insan sıcaklığını kaybettik. Birbirimizi satmadığımız o masum yılların yerini çıkar ilişkileri aldı. Arkadaşlıklar sosyal medyada bir “beğeni”ye, komşuluklar ise bir “merhaba”ya indirgendi.
Ne güzel yıllardı oysa. Bir başkasının yüreğine dokunmayı, paylaşmayı, sevgiyle büyümeyi bilen çocuklardık. O yılları kaybettik belki ama yeniden hatırlamak mümkün. Yere düşen ekmeği öpen ellerin çocuklarını yetiştirmek bizim elimizde. Çünkü insan, özündeki değerleri hatırladığında yeniden güzel günler yaratabilir.
Hadi, yağ satıp bal sattığımız o güzel yılları yeniden hatırlayalım. Ve birbirimizi satmayalım, ne olursa olsun...
Yorum Gönder