Gölgelerin Ardındaki Sır
Aylardan kasımdı, ve gece çoktan çökmüştü kasabanın üzerine. Taş duvarlarla çevrili eski mezarlık, ay ışığının solgun aydınlığında ürpertici bir ihtişamla parlıyordu. Bu mezarlık, kasaba halkı tarafından uzak durulan bir yerdi. Kasabanın yaşlıları, mezarlıkta dolaşan kayıp ruhların fısıltılarından, gece çöktüğünde duyulan gizemli adımlardan bahsederdi hep. Fakat gençlerin çoğu, bu hikayelere inanmaz, yaşlıların uydurması olarak görürdü. Ta ki o geceye kadar.
Genç bir kadın olan Elara, bir süre önce kaybettiği nişanlısının mezarına gitmek için mezarlığa yöneldi. Kayıp ruhlara dair hikayeleri küçümseyenlerdendi; ama sevdiği adamı gömdükleri günden beri, mezarlığın karanlık sessizliğinde bir huzur buluyordu. İçini kemiren acıyı, yalnızca onun mezarının başında dinlendiriyordu.
Elara, ay ışığında mezarın yanına çömeldi ve parmaklarını mezar taşının soğuk yüzeyinde gezdirdi. Fakat bir an, sanki bir şey hissetmiş gibi ürperdi; mezar taşının ardında, rüzgarın usulca hışırdattığı kuru yaprakların arasından bir gölge belirdi. Önce bunu hayal ettiğini düşündü, fakat gölge daha belirginleşti ve ona doğru yaklaştı.
Bu gölge, Elara’ya yabancı bir his vermiyordu. Tanıdık ama hüzünlüydü; sanki sevdiği adam ona geri dönmüş, ama sessiz bir figür olarak kalmıştı. Elara, gölgeye doğru bir adım attı, sesi titrek bir fısıltıya dönüştü: "Sen... sen misin?"
Gölge cevap vermedi ama Elara’nın etrafında dönmeye başladı, mezarlığın taş duvarlarına yansıyarak bir varlık kazanıyor gibiydi. Elara’nın içindeki yalnızlık ve özlem derinleşti. Bir an, gölgenin bir fısıltı halinde kulağına seslendiğini duydu: “Gitme…”
Bu kelime, Elara’nın kalbini paramparça eden bir yankıya dönüştü. Fakat Elara, cesaretini topladı ve gölgeye doğru ilerledi. Adımları, kuru yaprakların üzerinde yankılandıkça, gölge de onunla birlikte yürüdü, mezarlığın en derin köşelerine doğru yol aldılar. Orada, eski, çürümüş bir ağacın altında Elara bir mezar daha fark etti. Mezarın taşında hiçbir isim yoktu, yalnızca kurumuş yaprakların arasına gizlenmiş solgun bir çiçek vardı.
Elara, eğilip çiçeği eline aldığında, gölge ansızın ortadan kayboldu. Karanlık yeniden ağır bir sessizliğe büründü. Fakat elindeki çiçek, hala canlı gibi bir sıcaklık yayıyordu. Elara’nın gözleri doldu; hissettiği boşluk, bu çiçekle dolmuş gibiydi. Bir şekilde, sevdiğinin ruhunun onunla vedalaştığını, onu huzura erdirdiğini hissetti. Elara, sessizce mezarlığı terk ederken, artık geçmişe değil, geleceğe yürüdüğünü biliyordu.
Fakat, o günden sonra her kasım ayında aynı ağacın altında solgun bir çiçek açtığı söylendi. Kasaba halkı, bu çiçeğin kayıp ruhların bir simgesi olduğuna inanır oldu. Elara ise, o geceden sonra bir daha hiç mezarlığa gitmedi; ama her kasım, o solgun çiçeği hatırlayarak, sevdiğiyle vedalaştığı o geceyi tekrar yaşardı.